APTAL AŞIK
Ben bir aptal aşığım
Kiminin dışına aşık olurum
Kiminin içine
Kiminin sesini severim
Kiminin sözünü
Ben bir aptal aşığım
Biliyorum bunu
Çiçeğe aşık olurum insanlaştırırım
İnsana aşık olurum çiçekleştiririm
Ben bir aptal aşığım
Köprü kurarım dışla iç arasında
Yürürüm köprüden ulaşırım ona
Aptal aşık derler bana
Pişman değilim böyle olduğuma
Aşığım sonuçta
Güneşe aşık
Çiçeğe aşık
İlaha aşık
İnsana aşık
Aralık 1993
BATIK GEMİ
Yılgınamış bir toy deniz
Ve toy denizin
Sığınacak liman bulamadan
Batmış gemi dibinde
Sevincini almış gitmiş bir yel
Arayacak yeri yok
Diyor ki;
Hangi dal ev verir
Hangi çiçek bal verir bana
Ya da
Hangi çalan yel getirir sevincimi
Çok yorgun sanki
Limanı olmayan denizin
Batmış genç gemisi O
Savaştan yılgınamış gönlünce
Kendini bilmemiş hiç
Ve hiç sevmemiş bir yosmayı
Limansız denizlerin
Batık gemisi olmuş hep
Ve hep bilmemiş kendini
Hiç sevmemiş
Yılgınamış toy deniz damarlarında
Batık gemi gözlerinde oynaşmış hep..
BENCE GİDERKEN
Şimşekler çakıyor gökyüzünde
onlar bile sessiz
gürültüsüz
onlar bile üzgün
gücenmiş bu gece
Her rengin
değişik tonları içinde duruyor
bu gece ay
parlaklığı kadar solgun
mahsun bu gece
Ben sessizim yine
gideceğin günü hatırlar gibi
kırgınım
isyankarım bu gece
bakarken aya
dalıyorum yine
binbir türlü
hayaller içinde
binbir türlü hayaller
ve
kapısı aynı yerde
Giderken
beni ayın içinde bırak
gündüzün ışıltısında
sessiz bir gölge
gecenin karanlığında
seni izleyen gerçek
her gece bak bana
gör beni
ayın içinde
gör ve düşün beni
seni seven gerçeği
Dönüşünü bekliyorum
ışıltılar içinde
ellerimde ay gülleri
sınırdayım
sonsuzluk var önümde
BENİM OLMASIN
Gökyüzü benim olsun demedim ki,
Sadece içinden bir yıldız istedim,
Okyonuslar benim olsun demedim ki,
Sadece derinliklerinden bir avuç su istedim,
Kumsallar benim olsun demedim ki,
Sadece kumdan bir kule istedim,
Şu dağlar benim olsun demedim ki,
Sadece zirvesinden bir gül istedim,
Senden benim olmanı istemedim ki,
Sadece yanımda olmanı istedim.
BİLEMİYORUM
Tırpana balığı gibi yüzüyor yorgunluğum
Savruk ve ve parça parça, sıkılgan
Sonsuz bir aşkla akan
Sonsuz bir kaygı çeşmesi
Soluk bir beniz
Ürkek bir vücut
Hiç sormuyorsun
Hiç sorulmayan
Ve hiç anlatamadığım
Kavruk bir yürek
Yüreğim
Hala sevebiliyor olduğuma seviniyorum
Acılar hemen olduğu yerde yaşanıyor
Kahredilen duygular
Özgürlüklerini vermen için
Boğuyorlar seni
Seni beni sevebilmen için sıkıyorlar
Bilmiyorsun
Ben de bilmiyordum
Bilmek huzursuzluk veriyor insana
Bilmek mutsuzluk getiriyor
Çoban yalnızca öğlen gelecek yemeğini düşünürken
Biz yıkanamayan kirler içinde soluyoruz
Hayretlik duygumu
Kullanamaz oldum
Sahteliğin nakış nakış işlendiği
Bu sonsuz yığınlar
Sonsuzluktan gelirken mi planladınız
Biz mi seçtik kahırdaşlığı
Bilemiyorum…
BİLMİYORSUN
Bilmiyorum
Bilmiyorsun
Tek tohumun tüm varlığı
Bilmiyor
Bilmeyecek
Bilmiyorum
Neden kırpıyorsun gözlerini
Ya da ağzından akan salyanın sebebini
Yüzünün
O parçalayıcı kederini
Sesin
Yapmak isteyip de yapamadıklarının
Cesaretini toplamış yüreğinde
Yıldızları toplamışsın kesene
Bir tebessüme bir yıldız diyorsun
Bir öpücüğe
KENDİM
Şimdi alamıyorsun değil mi?
Dağıttığın insanlardan kendini
İşte bu yüzden
Feneri silinmiş gözlerinin
Son parçan da bedava insanlara
Erit kendini
Bir kazanın dibinde
Bir kaşığı dolduramazsın
İnsanların dilinde
Oysa sen
Bir tebessüme bir yıldız diyordun
Bir öpücüğe
KENDİN…
ÇALARSA KAPININ ZİLİ
Tekrar tekrar dinlediğim şarkılar
Tekrar tekrar anlatır seni
Her defasında
Yüreğim
Harman dalı oyunu gibi
Mahmur bir esneklik
Zeybek sefası gibi
Coşkun bir yürüyüşle
Çalar kapını
Ben çalarım ya gelip de
Sen duymazsın zilinin sesini
Böyle bir sevdanın
Yorulmuş türkülü sesi
Gelmez kulağına
Neden duymazsın beni
Mamağın ezgisi ile
Burulan yüreğimin
Ürperen vücudumun
Neden almazsın üşümesini
Borçlusun bana
Aldığın neşeyi borçlusun
Yüzümün rengini borçlusun
Verdiğim sevgiyi borçlusun bana
Mor yazmalı köylü kızlarının
Kiraz renkli dudaklarındaki
ÇIPLAK
Neden sevmezler insanlar
Çıplak lambayı
Onu da maskelerler
Değişik şekillerle
Sanki her gün her yerde
Maskeli balolar
O şehvetli kargaşa
Sırf şekil değişikliğine
Şu evrende saf kalan
Dokunulmayanlar
Çocuklar ve ağaçtaki meyvalar
Sadece onlar çıplak, saf, masum
Ve sevilen
Her şey böyle olmalı, çıplak
İnsanlar çıplak
Eşyalar çıplak
Belki o zaman
Yalanlar azalacak
GARİP
Bakma bizden yana garip
Biz senden de garip
Biz senden de göçük
Çökmüşüz hepimiz
Cam zindanlar içinde beyinlerimiz
Çıkmak imkansız
Kayıyor kayıyor
Bacaklarımız kilitli
Yakalanmışız tuzağa hepimiz
Gelme bizden yana garip
Biz girmişiz salt değirmene
Döneriz döneriz
Biteriz
Biz senden de bitkin
Biz senden de yitik
Ararız çıkış yok
Dönüyor dönüyor
Ellerimiz kilitli
Şaşkınız
Birleşmişiz hepimiz
Sevme bizden yana garip
Biz senden de yavan
Senden de silik
Yüreklerimiz kilitli
Dokunma kirli her şey
Bulaşmasın ellerin
Kendini bulmak çok zor
Sen bilmezsin garip
Toprağa ilk düştüğün yerdir tarif ettiğim
Anlıyor musun beni
Anlıyor musun garip
HASRET
Hasretin eskitti gözyaşlarımı
düşlerimdeki evim şöminesi bile
tutuşmuyor yürekten
yüreğini asmış duvarına
…………………………….
Sen emirler şehrinin
mecbur üyesi
ben mecbur olan
emir kölesi
hasretin paçavra etti baktıklarımı
………………………………
Yokluğun soldurdu ağıtlarımı
geceler uzun
gündüzler yok sanki
gözlerin bende
yüreğim sende sanki
mevsimler soğuk
çiçekler solgun sanki
……………………………….
Hasretin eskitti çocuk yüreğimizi
masumiyet yaşı yok
sevdalar dargın sanki
…………………………………..
SEN ve BEN
Kara dikeni yok
Kanatırken yüreğimi ellerinin
Taktırdığım göğsümü
Koparamıyorum dalından
Gidişlerin hep bana geliş
Denizi içirirken gözlerime
Dönüşlerin hep yine ben
Sararken ellerimi
Ağlamak
Eritir diye içimdeki hasreti
Ağlamıyorum bak
Gülmek
Çürütür diye içimdeki bakışı
Gülmüyorum istemeden
Ben
Sana geliş diye
Kapattım tüm gidişleri
Perdelenen özlemlerim
Bir oyun alanı arena ortasında
Çarmıha gerilen İsa gibi
Kollarım iki yanda
KİMDİM BEN
Sen bir azim şahısın besbelli
omzundan pelerini alınmış
hükümdarlığı bilinmeyen
insanların içine karışmış
bir düşünce alimi
seksenlik kütle üzerinde
söylemlerin yalnız kendi ülkene
ülkenin sedleri aşılmaz
çift kilit vurmuşsun
kalenin girişine
sen ki sen
namı duyulmamış sultanım
sözü işitilmemiş vebalim
sen ki
hiç bilmemişsin
aldığın kaleleri
hiç gezmemişsin
fethettiğin kıtaları
sen ki
hiç sevmemişsin
yoluna çıkan kuzuları
örerken kürt kızının saçlarını
seninmiş sanki kara geceler
teninde gezinirken bir batı tayının
hükmetmişsin gündüzlere
sanki seninmiş
düşünmemişsin hiç
kürt kızının örülen yüreğini
batı tayının dört direkli hayallerini
sen bir azim şahısın besbelli
gel de sor beni
kimim neyim diye
ben senin yamalı sevdalın
bağrında tükenmiş güneş
yüreğine yazılmış fermanım ben
saçlarını ördüğün kürt kızı benim
teninde gezindiğin o batı tayı da
yoluna çıkan kuzulardan biriydim
durup sevmediğin
fethettiğin kıtalardaydım
hiç gezmediğin
senin hiç bilemediğin
bir gönül şahıyım besbelli
NAMUS
Yavru ağzı çiçekli
Ceviz yeşili yapraklı işlemeleri olan
Çarşaf üzerinde bırakacağım
Yapma gülleri
Namus çiçekleri açacak
İyimserliğin dallarında
Bilinmezliğin yollarında
Oyun o anda başlayıp
O anda bitiverecek
Bilinmeyecek ki
Bu oyunun
Tekrar edilen ikinci perdesi olduğu
Kural tanımayacağım
Kuralına göre oynarken oyunu
Her perdede
Kah yaşamışlığın burukluğu
Kah yapay temizliğin mutluluğu olacak okunan
Yezida gibi ölecek yavaş yavaş
Dilek ağacının dalları altında
Gelin telleri değerken yüzüne
O zaman toplayacağım yapma gülleri
Karıştıracağım namus çiçekleri arasına
Anlamasınlar diye
Çok öncelerden başlanan oyun
Tamamlanıverecek
Değişmiş olacak rol arkadaşı
Her çarşaf işlemeli olmuyor işte
Bilmediğiniz oyunun
Bildiğim ikinci perdesidir oynanan
ÖZLEDİM
Yokluğun
üzerimdeki hükümdarlığı ölümün
mutluluğun harflerinden
daha çok seviyorum seni
kardeşliğin kadar
aşkına da kilitlendi yüreğim
özledim
süt kokan gözlerini
leke düşürülen
gözbebeklerini bile
özledim
saroşluğun çok masum
biliyormusun
içipte coşan denizin
başı dönünce
durgunlaşması gibi oluyorsun
ne kadar az zaman var
bizim için
senden biraz biraz aldıkça
bitirememekten korkuyorum
yetmez diye..
SANA GELİYORUM
Boğazımda düğümlenirken
Sözcüklerin anlamı
Tafta zümrüt ya da
Bostan korkuluğu
Ruhumun karanlığı
Sana geliyorum
Yüzyılların paylaştırdığı
Tarihsel katliamlarla
Güzelliğini bulamadığım
Yorgun savaşçı ruhum
Kanlarını yağmur gibi yağdırıp
İnkar ettiğin nefes
Muhabbet kuşum bile
Öğrenmişken konuşmayı
Yüreğinin hazzını
Akıtamadım diline
SEBEBİ NE
Denizlerin hırçınlığının bir sebebi olmalı,
Bir sebebi olmalı dalgalardan korkunun,
Ateşten kaçmanın gereği neden,
Yanmak için ateş gerekir mi gerçekten,
Şarap mıdır insanı sarhoş eden,
Hepsinin nedeni yaşanılan anın güzelliğinden…
SEV BENİ
Tırpana balığı gibi yüzüyor
yorgunluğum
savruk ve parça parça
sıkılgan
sonsuz bir aşkla akan
sonsuz bir kaygı çeşmesi
soluk bir beniz
ürkek bir vücut
hiç sormuyorsun
hiç sorulmayan
ve hiç anlatamadığım
kavruk bir yürek
yüreğim
hala sevebiliyor olduğuma seviniyorum
acılar hemen olduğu yerde yaşanıyor
kahredilen duygular
özgürlüklerini vermen için
boğuyorlar seni
seni
beni sevmen için sıkıyorlar
bilmiyorsun
bende bilmiyordum
bilmek huzursuzluk veriyor insana
bilmek mutsuzluk getiriyor
çoban öğlen gelecek azığını düşünürken
biz yıkanamayan kirler içinde soluyoruz
hayretlik duygumu
kullanamaz oldum
sahteliğin nakış nakış işlendiği
bu sonsuz yığınlar
sonsuzluktan gelirken mi planladınız
biz mi seçtik kahırdaşlığı
bilemiyorum…
SEVERİM
Yaşamak buysa eğer,
yaralı kuş kalbiyle,
can çekişerek,
sekerek tek ayak üstünde,
yine de sererim yaralı kalbimi,
bırakırım insanlığın yılgın ellerine.
Özlemek buysa eğer,
yüreğimi dağlarcasına fırtınalı,
hüzünlü gözlerdeki yağmur damlaları,
bükük dudaklardaki o derin çizgi,
gerçektir der sevinirim,
yaşarım tüm şiddetiyle özlemimi.
Sevmek buysa eğer,
alışılmışın dışında,
yaşam çizgisini sollamış,
koşan kısrak yelesi savurganlığında,
melodinin çirkinliğinde bile hatırlanan,
sebepsiz, sınırsız, özgürcesine,
sevmek buysa eğer,
güzelden öte güzel,
ellerindeki çizgileri bile içinde yer eden,
işçiliği sana ait sevmekse eğer,
severim düşünmeden beklemeden,
severim,
sevmeden öte severim.
ESKİ YÜREKLER
Şimdi eski yürekler kalmadı
Bulamazsın eskinin
İyimser kötülüğünü
Pazarlarda ne eski küfeler var
Ne de küfenin içine saklanmış çocuk
Çalacak kadar satmıyor satıcılar
Şimdi inciler dökülmüyor gözlerden
Yüreklere dökülüyor
Baktırmadan topluyorlar
Açamadan soluyor güller
Alışmadan ölüyorlar
Belli ki açmaya korkuyorlar
Sana söz verdiğim kolyeyi alamadım
Beğenmedim hiçbir şeklini
Ne kuşluyu ne kalpliyi ne de çiçekliyi
Yılanlıyı da hiç beğenmedim
Boş ve saydam bir daire aradım
Zincir ucunda
Her baktığında istediğini göresin diye
Kuşları uçurup
Çiçekleri koklayasın diye
Küfedeki çocuğu
Kur yapan delikanlıyı göresin diye
Dünyayı boynuna takasın diye
Sözüm söz
Bir miladi yıl sonra
Dünyayı takacağım boynuna
YAŞAMAK
Yaşamak buysa eğer
Yaralı kuş kalbiyle
Can çekişerek
Sekerek tek ayak üstünde
Yine de sererim yaralı kalbimi
Bırakırım insanlığın yılgın ellerine
Özlemek buysa eğer
Yüreğimi dağlarcasına fırtınalı
Hüzünlü gözlerdeki yağmur damlaları
Bükük dudaklardaki o derin çizgi
Gerçektir der sevinirim
Yaşarım tüm şiddetiyle özlemimi
Sevmek buysa eğer
Alışılmışın dışında
Yaşam çizgisini sollamış
Koşan kısrak yelesi savurganlığında
Melodinin çirkinliğinde bile hatırlanan
Sebepsiz sınırsız özgürcesine
Sevmek buysa eğer
Güzelden öte güzel
Ellerindeki çizgileri bile içinde yer eden
İşçiliği sana ait sevmekse eğer
Severim düşünmeden beklemeden
Severim
Sevmeden öte severim
AN`LAR
Yaşanası anlar vardır,
Yaşanası duygular,
Bir erkek ağlamalıdır bazı zamanlar,
Ya da bir kadın söylemelidir hissettiğini,
Af dilenmelidir gerektiği anlar…
ZAMAN VE MEKAN
Bir zaman vardı,
Yüzyıllar içinde parlayan,
Bir mekan vardı,
Saray bile denerek ad konulamayan,
Bir kişi vardı,
Benimle var olan,
Bir rüya vardı,
Sonunda uyanılan,
Ve bir gerçek vardı,
Zaman aynı zaman,
Mekan aynı mekan.